İşgal Altındaki Kudüs

Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Uluslararası Hukuk Uygulama ve Araştırma Merkezi'nin (UHAM), ABD Başkanı Donald Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma kararını hukuki olarak değerlendirdiği raporu aşağıda sunulmuştur. 

"İsrail 1980’de iç hukukunda yaptığı bir düzenleme ile Kudüs’ü bir bütün olarak başkenti ilan etmişse de Trump başkanlığındaki ABD yönetimi tarafından 6 Aralık 2017’de başkent olarak tanınıp ABD Büyükelçiliğinin bu kadim şehre taşınmasına karar verilene kadar uluslararası toplumdan bu yönde bir destek görmemiştir.

BM Güvenlik Konseyi ve Genel Kurul kararlarıyla işgal altında olduğu tespit edilen Kudüs şehrinde işgalci güç olarak bulunduğu tescillenmiş olan İsrail, uluslararası hukuka göre işgali altındaki toprakların ancak ve ancak geçici yöneticisi durumundadır. Bir şehrin başkent ilan edilmesi ise devletin egemenlik hakkının uzantısı olan bir işlemdir. Dolayısıyla, İsrail’in üzerinde hukuki anlamda devlet egemenliğinin olmadığı Kudüs şehrini başkent olarak kabul etmesi, uluslararası hukuka aykırıdır. 

Trump yönetimindeki ABD tarafından Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanınması ise, uluslararası hukukun asıl kaynağı olan hukukun genel prensiplerinden biri niteliğindeki “hukuka aykırı bir durumu tanımama” yükümlüğünün ihlali niteliğindedir. ABD’nin daimi üyesi olduğu Güvenlik Konseyi’nce  “işgal altında” olduğu defalarca vurgulanmış olan Kudüs’ün başkent olarak tanınarak İsrail’in tam egemenliği altında kabul edilmesi, hem BM Şartı m. 25 uyarınca üye devletler için bağlayıcı nitelikteki Güvenlik Konseyi kararlarına hem de “hukuka aykırı bir durumu tanımama” prensibine aykırılık teşkil eder.

Sekiz üyesi tarafından Güvenlik Konseyi’nin 8 Aralık 2017’de Kudüs gündemiyle toplantıya çağırılması, Konsey’in bağlayıcı nitelikteki kararlarına aykırı hareket eden devletin veto hakkına sahip daimi beş üyeden biri olan ABD olması dolayısıyla uluslararası toplum için bir umut vadetmemektedir. Zira Konsey’in ABD’ye karşı alabileceği yegâne tedbir, hakemlik ve yargısal çözüm yolları gibi barışçıl yolları dayatmak olabilir (BM Şartı m.27/3). Güvenlik Konseyi, kendi bağlayıcı kararlarına aykırı davranışların uluslararası barış ve güvenliği tehdit ettiğini tespit etmeye (BM Şartı m. 39) ve bu tespitte bulunduğunda zorlayıcı tedbirlere başvurarak uluslararası barış ve güvenliği sağlamaya yetkili ve görevlidir (BM Şartı 7. Bölüm). Ancak söz konusu devletin veto hakkına sahip daimi beş üyeden biri olması, Konsey’in bu mekanizmayı ABD’ye karşı işletebilmesini pratikte imkânsız kılmaktadır. Bu da Birleşmiş Milletler’in, uluslararası barış ve güvenliğin tesis ve korunmasından ziyade aralarında dünya nüfusunun dörtte birine tekabül eden Müslüman toplumların bir temsilcisinin olmadığı beş büyük gücün çıkarlarını koruma amacıyla formüle edildiğini göstermektedir."